18 Kasım 2012 Pazar

Yalnızca öldürebileceklerim yaşar benim içimde

İnsan içinden başlar ölmeye. Her geçen günle biraz daha yitirir canlılığını, biraz daha solar. Bazen yavaş yavaş , bazen keskin ve belirgin, bazen de beklenmedik bir şekilde ölürüz.

Önce yaşamak diyorduk oysa. Ekmek arası yaşamak, iki namaz arası yaşamak, bir aktarma vaktince yaşamak, önüm arkam sağım solumlarca yaşamak. Yaşamaktan çokça bahsetmek ölümü unutturur sanıyoruz ya, her yaşamak dediğimizde biraz daha tüketmişiz nefesleri.

Yaşamaktan kastımız bile ölmekmiş aslında, içinde ölümü barındırmayan tek bir yaşamak yokmuş. Öyleyse bırakalım birbirimizi kandırmayı, ölmek diyelim ve başlayalım ölmeye.

Tutsam da kendimi öldürmeye senden başlasam, öbüründen başlasam, bugün birini yarın bir başkasını toprağa versem. Ölmeye içimden başlasam yani.

Hani bir yerden başlasam.
Ölmekle başlasam.

Ne de olsa yalnızca öldürebileceklerim yaşar benim içimde.


11 Kasım 2012 Pazar

İdare Ediver


Bazı şeyler sadece bazıları için ve bazılarıyla yapıldığında özeldir. Sevdiğiniz biriyle bir şey yaparsınız o artık sizin mahreminiz olur, hatırlar gülersiniz, hatırlar ağlarsınız, hatırlar bir daha yaparsınız, unutursunuz o hatırlatır. Bir yere gidersiniz, bir kitap alırsınız, bir şiir okursunuz, bir mısrayı onunla özdeşleştirirsiniz, bir poz verirsiniz.. İstersiniz ki günler, yıllar, aylar geçse de bunlar öyle aranızda kalsın, size sadece onu hatırlatsın. Ama gelin görün ki insanın en büyük hayal kırıklığı yine insana dairdir.

İşte böyle mazide kalmış bir arkadaşlığa dairdir :



Bu sana ilk şiirim başka yazamayabilirim
Ama mektup yazarım onda sıkıntı çekmem
Ben ne mektuplar yazardım tende slayt gösterisi
Aslında bunları yan yana yazıp adına mektup da diyebilirsin
Ne de olsa artık her şey en az kendisi oluyor

Bazen bir karın ağrısıdır, beti atık bir beniz
Aklı başa getiren
Bir dizi düzlük var bizi bize baktıran
Bizi aynı düzlemde eşitleyip duruyor bu düzen
Yan yana oturuyoruz tahtalarda durmadan
Sen gittin hoca Yaprak Dökümü dizisini Freud’la açıklıyor
Sen olsaydın ve son birkaç ay olmasaydı
Bolca gülerdik, -bu arada
Ben somurtmaktan da çok sıkıldım
23’te ölecektim belki de hiç sorun olmayacaktım
Küçük dağlar benden sorulur ama üzgünüm
Ya bu aslanı güdeceksin ya bu çileyi çekeceksin-
Diyor ki hiç rüya görmüyorsak
Süperego varmış, çok katı eğitim almışızdır
Rüyalara bile izin vermezmiş bu zihinsel sansür
Sansüre hayır de, beni de kat görüntülere
Uyku ve uyanıklıkta, hastalıkta sağlıkta
Beni gör, beni duy, bana gül yine

Ben sana toplanalım demek istedim
Sen tuttun beni senle çarptın
Bir sayı çarpma işlemine göre tersiyle çarpılınca
1 çıkar, yüksek matematikçi
Ki 1, bilinir ki birim elemanıdır çarpmanın
Durduk yerde dursaydık bari neden bu kadar geriye geldik
Toplansaydık eğer paydaları eşitleyip
Bizden ne afili rasyoneller çıkardı
Birim elemanın solunda biriktiriyoruz sıfırları
Seni görmezden gelmek bilesin ki en büyük göz kusuru
Gözümdeki kusur exponential olarak artıyor

Hoca şimdi de Fatmagül’ün suçu ne ve Yaşaranlara girdi
“Her hafta bakıyorsun aynı yerdeler” diyor
Sen yine de bana güvenme
Hem Freud’un yokluğuna iman eden ben
Senin yerinde olsam
Bence de bana dost demezdim
Ama benim düşmanlığım da çekilmez
Elime yüzüme bulaştırıyorum bi de
Vicdanım karaciğerini zorlamış demeye getirdi doktor

Herkesler alfabeyi sökmeden gidiyor
Ben de seninle konuşamıyorum ol sebepten
Görüyorsun kafiye bile uyduramıyorum
Uyduruğum, uyduruklar, uyduruksun
Ne yaparsam yapayım al işte yoksun

Ben bu dünyayı sevemedim
Geldiğim yere gönderilene kadar beni idare ediver
Oraya küs girmeyelim
Gerisi Allah Rahim

İki Nokta

Evvela belirtmeliyim ki, sözlerimizde isabet varsa Allah'ın lütfudur, kusur etti isek sığınacağımız yer O'nun affıdır.

Uzunca bir zaman kendi gidişatımızı, terakkimizi sabit sandığımız şeylere bakarak ölçtük. Bu bazen insanlar bazen mekanlar bazen de zaman dilimleri oldu. İlerlediysek ondan ne kadar ilerde olduğumuzu, yükseldiysek irtifamızı, uzaklaştıysak araya giren zamanları hep ayrı ayrı, sabit telakki ettiğimiz şeylerle mukayese ettik. 

Bu uzun zamanlar daha da uzadı, o zaman dilimlerinde ilerledik, yükseldik, mesafe kat ettik mülahazasıyla günler geçirdik. 

Ta ki, bizim birileri için birer "sabit" olduğumuzu anlayana kadar. 

Yıllarca gidiyoruz sandığımız şey sadece basit bir fiziki göz yanılgısından ibaretmiş. Onlar duruyor da biz gidiyoruz sanıyorken meğer biz duruyor onlar gidiyormuş. Biz onları sabit, bir yere gitmez, kadim sanırken asıl  onlar bizi öyle görmüş ve gidenler, ilerleyenler, uzaklaşanlar hep onlar; kalanlarsa biz olmuşuz. 

Hayat bazen işte tam da böyle Üryanizade Cami'nin penceresinden bakmak gibi hissettiriyor kendini bize. 

Kör değiliz ama görmüyoruz. Hayat grafiğimizi elimizde olduğunu sandığımız kalemle çok güvendiğimiz algılarımıza teslim ediyoruz. Nereye bakalım da çizelim - bulalım yolumuzu, hangi yolun sadık yolcusu olalım diyorsanız buyrunuz size dünya ve ahiret reçetesi nevinden iki nokta:

İlki Nokta-i istimdat: Kelimenin kökeninde yatan heceler aslında ipucunu veriyor: medet, imdat. Her türlü ihtiyaç, talep ve arzuların giderilmesinde medet istenecek nokta anlamına geliyor bu tabir. 

İnsan yaratılmış herşeye doğrudan ya da dolaylı olarak muhtaçtır, ihtiyacı olmasa dahi bir takım nefsi dürtüler bunları istemeye zorlar insanı. Her vicdan ise, insanın hem kainata hem de kainatta yaratılan her şeye ayrı ayrı olan ihtiyacının giderilebileceği bir mecranın varlığının farkındadır. Bu fıtri ihtiyaç ve bu ihtiyaçların giderilebileceğine dair vicdani şuur "veren elin cömertliği-talep eden vicdanın mahcubiyeti" çerçevesinde şekillenir. Ve işte insanların imani olarak ayrıştığı yer tam da burasıdır. Ortaya çıkan vicdani teveccühün kimlere ve ne şekilde yönlendirileceği konusunda insanlar arasında farklılık çıkar. Her âdem, kendi âleminin Rabbine , rab telakki ettiği mahbub ve mabudlara, kendi ya da kitabi usülunce kullukla bu vicdani sese karşılık ses veriyor. 

 
İkincisi Nokta-i istinat: İstinat kelimesi "dayanma,yaslanma" olarak çevrilmiş günümüz Türkçesine. Hani Arşimet'in meşhur "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım" sözünde geçen dayanma noktası.

İstimdat noktasını açıklarken bahsettiğimiz ihtiyaçları temin etme ve sair dünya halleri için insanın kendi acziyetini bilmesi ve bu acziyetten bir azizlik çıkarması gerekmektedir. Öyle bir merciye müracaat edeceksiniz ki oradaki acziyetiniz ölçüsünde azizlik kazanasınız. En küçük bir mikroptan, bakteriden, haşerattan mikro alemlerden tutun da galaksilerin gezegenlerin makro alemlerin de sahibi olan bir Rab telakkisi insanın nihayetsiz ihtiyacına karşılık verir, ama aynı zamanda aczini de bilir, bildirir. Yaratılmış zararlı, dehşetli ve tehlikeli pek çok şey insanın başına gelebilecek türlü felaketler karşısında insan nasıl olur da kendini emin hisseder, huzurlu bir hayat yaşar sorusunun cevabı ise bu nokta-i istinat sırrında saklıdır. 

Vicdan içinden yükselen sesleri layıkıyla susturabilmenin yolunu dayanacağı bir sığınakla bulur, o sığınağa dayanır, güvenir, başına gelecek her türlü tehlikeyi yaratanla kendisini yaratan ve eşref-i mahlukat diye isimlendirenin aynı Zat olduğunu hatırlar. 

Bütün bir hayat gailesinin sırrı hep bu iki noktada gizliymiş gibi gelir bana hep. Her dara düştüğümde, yolda kaldığımda, yolda bırakıldığımda, kalbim kırıldığında dönüp de yanlış nerede diye sorup keşkelerin havada uçuştuğu ortamlarda hatırlamam gereken sadece bu iki nokta. Kimden medet istiyorsun? Kime dayanıyorsun?

Bir görünüp bir kaybolan, kendi ilerleyişimizi ölçeceğimiz, gelip geçiçi olmasa bile kalıcı olmayacak dayanak noktalarından bıkmadık mı? Ya imdat edilmeyen feryadlarımız, kulak kesilmesini istediğimiz herkesin bize sağır olması?

Ne demişti Züleyha: "Ben Yusuf'u Yusuf'tan değil, Yusuf'un Rabbinden isterim."